İlber Ortaylı yazdı: Yeni eğitim yılı

İlber Ortaylı yazdı: Yeni eğitim yılı

Eğitimin merkezden partizanlık, hatta daha beteri nepotizm (yeğencilik), kulüpçülük, tarikatçılık rol oynamaya başlarsa okullar bozulmaktadır. Özel okul furyası Millî Eğitim Bakanlığı’nı tembelliğe alıştıran bir furyadır. Türkçeyi hecelerle değil harflerle öğretmeye çalışıyorlar. O, Polonya veya İngiltere’de olur. Birçok yerde anaokulları problemdir. Köyler arasında servisle eğitim verilemez. Nüfus var oldukça köy öğretmeni işe yarar. Bazı okulların, hakkı olmadığı hâlde devlet okullarında ödeme talep ettikleri anlaşılıyor. Bunlardan ısrarla geri dönülmelidir.
TÜRKİYE’de eğitim zorlu bir dönemden geçiyor. Zorluğu yaratan biziz. Eğitim kadar öğretmene, okul müdürüne ve nihayet modern dünyada eğitim yönetimine bağlı bir alan söz konusu olamaz. İktisadi kriz, yokluklar, kıtlıklarda bile en son etkilenen eğitimdir. Şu anlamda; yeter ki eğitimciler ciddi ve fedakâr olsunlar.

19. yüzyıl Tanzimat yönetimi, eğitimi sokağın, mahallenin ve cemaatin inisiyatifine bırakmaktan vazgeçip merkezi devletin elini uzatmıştır. Çünkü o dünyanın şartlarında tebaanın (Fransa’da yurttaşın) yetişmesi, belirli bir doktrin ve görüş etrafında şekillendirilmesi ön şarttı. Eğitim, her şeyin önüne geçmeye başlayan bir slogan olmuştur. Dindarı, muhafazakârı, liberali, yeni yeşermeye başlayan antiklerikal unsurlar, dindışı çevrelerde faaliyet gösteren düşünürler; herkes eğitimi kendisine bir düstur, bir şiar edinmişti.

EN FEDAKÂRLARI ÜMİTSİZLİĞE DÜŞTÜ

Bugün durum değişmiş değildir. Türkiye’nin son 40 yılının ilgi çeken yanı, hükümetin maarif vekili dayandıramamasıdır. Bizzat yönetici partinin en gözde münevverleri bu alana sokuldu ve bir müddet sonra çekildiler. Ve yüzyılı aşkın Cumhuriyetimiz içinde Kemalist dönem kadar bu konuda tutarlı ve başarılısı görülemedi. Hatta bu başarının bir başarısızlık kısmını Büyük Atatürk döneminin hemen sonrasına koymalıyız. Maarifin en fedakâr evlatları ve yöneticileri 1940’ların başlarından itibaren sukut-ı hayale uğramaya, nevmidi yani ümitsizliğe düşmeye başlamışlardır. Hasan Âli Bey’in 1946’dan itibaren itilip kakılması, MEB Bakanı Şemsettin Sirer ve ekibi tarafından kovalanması millî eğitim tarihimizde bir skandal sayfasıdır. Bizde halk tipi sosyalistlerin çok yaygın olarak yönelttiği üzere, köy enstitülerinin kapatılmasının sadece Demokrat Parti’ye yöneltilmesi bir başka ezberdir. Aslında büyük sorumlusu 1946 sonrası Halk Partisi hükümetidir. İşler oradan başlamış ve sistem çok çabuk bozulmuştur. DP’liler, CHP’nin başlattığı işi devam ettirmişlerdir.

Eğitimde ciddiyetin kaybolması; bir yerde okul müdürü iyi biriyse, öğretmen arkadaşlarını kendi seçip tayin ettirebiliyorsa, idare ettiği okul başarılı oluyor. Üniversite imtihanlarında başarılı öğrenciler çıkarıyor. Anadolu liselerinde, fen liselerinde böyle gidiyordu. Hatta ilginci, imam hatip liseleri de böyle olmuştur. Merkezden partizanlık, hatta daha beteri nepotizm (yeğencilik), kulüpçülük, tarikatçılık rol oynamaya başlarsa okullar bozulmaktadır.

HECELERLE DEĞİL HARFLERLE ÖĞRETMEYE ÇALIŞIYORLAR

Özel okul furyası Millî Eğitim Bakanlığı’nı tembelliğe alıştıran bir furyadır. Haşim Paşa’ya atfedilen “Okullar olmasa hayat çok kolaydı” sivri nüktesini gerçekleştirmiş gibiyiz. Okulları özel sermayeye ve girişimci (!) öğretmenlere bırakarak işi hallettik. Biz ise sadece nutuk atıyoruz. Hiçbir şekilde yeni kurulan liselerin müktesebatını tartışmak, gözden geçirmek (Sosyal Bilimler Lisesinde olduğu gibi), ilkokullarda okuma yazma tekniklerini düzenlemek akla gelmiyor. Bakıyorsunuz 8-9 yaşında satranç şampiyonu derecesinde kendinden yaşça büyükleri mat eden çocuklar, iki sene geçtiği hâlde okuma yazmayı tam sökememiş. Kendilerine yardımcı olacak özel kurslar ve öğretmenler sırada bekliyor. Maarifin kadroları içerisine Amerika’da master yapan çok bilmişler giriyor. Türkçeyi hecelerle değil harflerle öğretmeye çalışıyorlar. O, Polonya veya İngiltere’de olur. Musiki ve spor dersleri adamakıllı gerilemiştir, özel sektöre bırakılmıştır. Yüzlerce konservatuvar mezunu da kadrosuz beklemektedir.

Birçok yerde anaokulları problemdir. Zengin semtlerde parayı toplayıp kaçanlar bile görülmüştür. Bundan sadece bakanlığı suçlamak beyhude olur. Bu durum uzun bir dönemin yarasıdır. Feryat ve tembihleri hiçbir bakan çözememiştir. Buna karşılık daha evvel Mahmut Özer Bey zamanında köy okullarının kapatılması gibi bir gariplikten vazgeçildi ve her okulun, ne olursa olsun az sayıda öğrenciyle de olsa devam ettirilmesi sağlandı. Bu isabetli karardan tekrar vazgeçildiğini gördüm. Köyler arasında servisle eğitim verilemez. Nüfus var oldukça köy öğretmeni işe yarar. Üç çocuk olsa, üçüne de ders verebilir. Çünkü yapacak çok fazla iş var. Çocuklar bitince köyün eğitime muhtaç büyüklerine eğitim verebilir. Bunlar denenmemiş sistemler değildir.

Ders kitapları konusunda tembih ediliyormuş: “Yardımcı kitap olmasın” diye. Daha yeni çocukları gördüm; çantalarının içine bütün yardımcı kitapları doldurmuşlardı. Artık o çocuğun büyüme sırasındaki iskelet ve kemik yapısı problemlerini düşünmek bile istemiyorum. Okulda kitapları saklayacak dolap ve kütüphane kurmuyorsan, ne diye ansiklopedi taşıttırıp duruyorsun? Yardımcı kitap taşıtmakla eğitim yürümez. Ama kitabı temin etmek zorundasın, aynı şekilde ders malzemesini de. Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçesi bunları temin edemeyecek durumda değildir.

DEVLET OKULLARI ÖDEME TALEP EDEMEZ

Bazı okulların, hakkı olmadığı hâlde devlet okullarında ödeme talep ettikleri anlaşılıyor. Bunlardan ısrarla geri dönülmelidir. Çünkü bir okulun bütçesi yoksa başka yol olmaz. Daha fazla ısrar edilirse okulun idaresi ve aile birliği mafyanın eline düşer. Uzun bir zamandır mekteplerin önündeki boş, geniş alan, çocukların teneffüs ve boş zamanlarında spor yapacakları, gezinecekleri yer olmaktan çıktı, çevrenin otoparkı hâline geldi.

Bu manzaraların görülmesi hazindir. Bunlar çözülmeyecek sorunlar değildir. Bütün mesele insan gücüne dayanır. Kapıların önüne birikip öğretmen ve müdürleri baskı altına almaya çalışan çok bilmiş velilerden, manasız bir denetleme yapmaya çalışan bakanlıktan kurtulmak imkânsız bir reform sayılmaz. Baştaki yöneticilerin iyi niyetine, dikkatine, meslektaşlara karşı duydukları sevgi ve saygıya bağlıdır.

Bu memlekette öğretmenlerin hademeler tarafından kovalandıklarını da gördüm, Hikmet İlaydın gibi büyük müsteşarlar tarafından öğretmenin kapıda karşılanıp uğurlandığını da biliyorum. İkisinden birini seçmek gayet kolaydır. Dikkatli bir öğretmen ve idareci takımı, millî eğitimi tekrar çok kısa bir sürede kuruyan değil gürleyen kaynak hâline getirebilir.

ORTA TOROSLAR İZLENİMİ

GEÇEN günlerde Mersin’in Orta Toroslar bölgesinde Mut’u gezerek Gülnar ilçesinde bir konferans turu yaptım. Daha doğrusu Prof. Dr. Ayşe Çalık Ross’un beni davet ettiği 8. Uluslararası Gülnar Bilim ve Kültür Etkinlikleri çerçevesinde, Boğaziçi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Jonathan Ross’un katkılarıyla düzenlenen bir konferans söz konusuydu. Gülnar Kaymakamı İsmail Şanal, Gülnar Belediye Başkanı Fatih Önge, Mersin Büyükşehir Belediyesi Başkanı’nı temsilen Kadın ve Aile Hizmetleri Dairesi Başkanı Şerife Hasoğlu Dokucu ve Kültür Dairesi Şube Müdürü Başar Akça dahil bütün Gülnar halkı oradaydı. Davet edildiğim Bilim ve Kültür Etkinliği Toros Türkmenlerinin el işleri, taş işçiliklileri, dokumaları, heykelleri, resimleri ve yerel yazarlarının eserlerinin sergilendiği Gülnar Şehit Ertuğrul Ulupınar Kültür Merkezi’nde yer alıyordu. Kültürel miras, Gülnar ve Yörük kültürü üzerine Prof. Dr. Ayşe Çalık Ross ve Oxford Üniversitesi’nde Siyaset Bilim ve Tarih yüksek lisans öğrencisi Evren Ross’un da katılımıyla bir açık oturum yaptık.

TABİATI YOK EDEMEZSİNİZ

İklim güzel; Torosların havası harika. Açık konuşayım. Otelleşmedeki aşırı katlılığı hiç tasvip etmiyorum. Bir dağ köyünde çekilir manzara değil. Deprem açısından bu bölgenin ülkenin en güvenilir yeri olduğunu biliyorum ama dünyanın en temiz havalı yerinde bile çok katlı binalaşma tasvip edilecek şey değil.

Gülnar’ın kendi halkı ve ziyaretçiler bölgeyi çok seviyorlar. Bu bölgede Semavi Eyice Bey’in tetkiklerinden beri bildiğimiz 3. ve 7. asır arasındaki kalıntılar yer alır. Gülnar’ın sahilinde kalan Ulu Resort Otel’de kaldık. Bu oteli çevrenin profilini bozmadığı, çok katlılığa dikkat ettiği için beğendim. Silifke ve Alanya arasındaki yol Akdeniz’in en güzel rotasıdır. Bu manzara bulunmaz, daha doğrusu bulunmazdı. Bilhassa Alanya’ya yakın yerde Çavuşoğlu firması başta olmak üzere yapılan toplu konutları tasvip etmek mümkün değil. Üst üste binalarla bu tabiatı yok edemezsiniz. Bütün Alanya bu hâlde. İnşaat sektörü bir memleketi bu hâle getirmek hakkına sahip olmamalı. 1963 yılı eylülünde gördüğüm Alanya bugün ortada yok. Satın alan var diye bir ülkenin tabiatıyla bu derecede oynanmaz. Geleceğin Türkleri aklı başındaysa bizlere söylene söylene bu manzarayı değiştirirler.

Toroslar’da yaşayan Türkmen aşiretleri yani bizim Türkmenler Kıbrıs’ın da yerli halkını oluşturur. Çünkü 16. asırdaki yerleştirme daha çok bu bölgeden yapılmıştır. Kıbrıslıların konuştuğu şive de bu bölgedeki gibidir. Bölgedeki masallar, folklor ve arkeolojik doku üzerine de çok canlı araştırmalar yapılıyor.

Sıcak yaz günleri için Toroslar iyi bir dinlenme yeri olabilir. Ön şart doğayı korumaktır. Eski zamanlardaki el değmemiş Toroslar ile bugünkü arasında çok fark var.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kamudan Haber Haberleri