Öğretmenlere bir demet 'iyi olma hali'

Öğretmenlere bir demet 'iyi olma hali'

Öğretmenlere bir demet 'iyi olma hali'

Öğretmenlerin durumuna dair tartışmalar, 12 Eylül darbesinin karanlık zihniyetinin ürünü 24 Kasım ile sınırlı kalmamalı. Öğretmenlerin temel ve acil çözüm bekleyen sorunlarını konuşma fırsatları, 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’yle de kısıtlanmamalı.

Biraz da takvimde “anma” sırası gelmeden, “öğretmenlerin iyi olma hali”ni diğer günlerde konuşmaya ne dersiniz?

Çocuğun iyi olma halinden, işte iyi olma haline, sosyal iyi olma halinden gençlerin iyi olma haline dek hepimiz özellikle pandemi döneminden itibaren “iyi olma hali”nin öneminin daha fazla ayrımına vardık.

Türkiye’de eğitim zaten kendi başına bir kriz içerisindeyken, öğretmenlerin iyi olma hali de bu açıdan az konuşulan, ancak bir toplumun gelişimi açısından kritik öneme sahip olan bir durum. Çünkü bir öğretmen, bir öğrenciyi hayatı boyunca derinden etkileyen ve onun sonraki aşamalarda toplumda sorun yaratma veya sorun çözme kapasitesini belirleyen birkaç kişiden biri.

Bir yanda kamuda çalışan öğretmenler arasında kadrolu, ücretli, sözleşmeli gibi ayrımlar, bir yanda atama bekleyen 100 bini aşkın öğretmen...

Bir yanda Köy Enstitüleri’nin “aydın kişiler” şeklinde idealleştirilen öğretmen imgesi, bir yandan performans temelli değerlendirmelerle ve ay sonunu bırakın ay ortasını zor getirdikleri maaşlarıyla hayatta kalma mücadelesi veren, zaman zaman idareciler tarafından baskıya ve mülakatlar sırasında haksızlıklara uğrayan, mobbing’e maruz kalan öğretmenler...

Atanamadığı için intihar eden öğretmenler...

Hak ettiği değeri göremediği için hayata küsen öğretmenler...

Bu zorlu ekonomik koşullar altında Öğretmenler Günü’nde bir maaş ikramiye almaları yönünde muhalefet partilerinin teklifleri mecliste reddedilen, geçim derdi içindeki öğretmenler...

Bir yanda özel eğitim kurumlarında düşük ücretle, güvencesiz olarak, Belirli Süreli İş Sözleşmesi adı altında kıdem ve ihbar tazminatından mahrum bırakılan ve uzun mesailerle çalıştırılan öğretmenler, bir yanda sınıfta açlıktan bayılan veya kantinden bir tost dahi alamadığı için derslerine konsantre olamayan öğrencilerin durumuna kahrolan öğretmenler...

Bir yanda “görevimizi yapmamız engelleniyor”, “gençlerimizin iyi eğitim haklarının göz göre göre gasp edilmesine seyirci kalmayacağız” diyen, vazgeçmeyen, mücadele eden Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri...

Öğretmenler birer birey olarak yaşamlarından memnun mu? Yaptıkları işte huzurlular mı? Kaygıları ne durumda? Kendilerini besleyebiliyorlar mı? Bilişsel ve psikolojik olarak kendilerini nasıl sağlam ve güçlü tutabiliyorlar? Sınıfta neler hissediyorlar? Öğrenciyle nasıl bağ kuruyorlar? Karşılaştıkları sorunlara akılcı çözümler geliştirebiliyorlar mı?

Yılın bir günü alınan bir buket çiçek veya bir kutu çikolata, onların iyi oluş hallerini karşılıyor mu? Mesleğe dair kutsallaştırma, öğretmenlerin karşılaştıkları mesleki sorunları perdeliyor mu? Yeterince işbirliği ortamlarında yer alıyorlar mı?

Onların sorunlarını duyuyor muyuz ve duyduğumuz sorunları anlıyor muyuz? Birlikte, onların yaşam memnuniyetlerini ve standartlarını geliştirmek, öznel iyi oluşlarını sağlamak adına neler yapabiliriz?

Bu ve benzeri sorulara yanıt vermek üzere kavramsallaştırılmış olan “öğretmenin iyi olma hali” ile kast edilen; öğretmenin işinde nasıl hissettiği ve nasıl görev yaptığını belirleyen, kişisel gereksinim ve beklentilerini birleştiren olumlu maddi ve manevi koşulların tümü.

Sürekli bir sosyal ilişkiler ağı içerisinde olan öğretmenler, bir yandan çocukları geleceğe hazırlamak, diğer yandan velilerin beklentilerini karşılamak, idari görevleri gerçekleştirmek gibi devasa bir eğitim ekosistemi içerisindeki stres kaynaklarıyla başa çıkmak zorunda. Bir yandan da, gürültüye maruz kalan, ayakta ders anlatıldığı için fiziksel ağrıların eksik olmadığı bir çalışma temposuyla karşı karşıyalar.

Bu açıdan birçok meslek grubunda olduğu gibi öğretmenlerin de kendi aralarında dayanışma ağlarına hiç olmadığı kadar ihtiyaçları var.

Öğretmen Ağı, uzun yıllardır öğretmenlerin hem meslektaşları hem de farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya geldiği bir paylaşım ve işbirliği ağı.

Bu Ağ, öğretmenlerin meslek hayatlarında kritik stres kaynaklarına fikri ve maddi temelde çözüm bulmaya çalışıyor. Örneğin siber zorbalıkla mücadele konusunda öğrencilerine nasıl doğru yön çizecekler, öğrencilerinde çevreci bilinci geliştirmede yenilikçi hangi yöntemlere başvuracaklar, Arapça konuşan öğrencileriyle anadili Türkçe olan öğrencilerine aynı anda ve kimsenin öğrenme sürecini zedelemeden nasıl okuma-yazma öğretecekler?

Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğini sınıf düzeyinde nasıl sağlayacaklar? Mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocuklarının okula devam zorunluluğunu nasıl yönetecekler? Suriyeli mülteci çocukların sınıfa katılımlarını sağlamak için psiko-sosyal desteğe ve çift-dilli materyallere nasıl ulaşacaklar? Travması olan çocukları nasıl fark edip doğru uzmanlara yönlendirecekler? Okullarda flört şiddetiyle mücadelede öğrencilerine nasıl destek olacaklar? Engelli öğrencilerinin haklarını, onların eğitim araç ve gereçlerine erişimlerini ve eğitimde eşit temsillerini nasıl gözetecekler?

Birçok açıdan bu proje ile öğretmenlerin bir araya gelerek “özne” haline getirilmeleri, 12 Eylül zihniyetinin çok arzuladığı itaatkâr ve örgütsüz öğretmen profilinin ötesine geçerek, hak-temelli ve dayanışma odaklı yaklaşımlar eşliğinde saha deneyimlerini birlikte çeşitlendirmeleri hedefleniyor.

Bu, İngilizce’de “teacher agency” kavramıyla karşılık bulmuş bir durum. Yani öğretmen hem kendi mesleki öğrenme sürecini iyileştiriyor, hem öğretim pratiklerini geliştiriyor, hem de işbirliği içerisinde olduğu meslektaşlarının öğrenimine katkıda bulunuyor.

Meslek algısı değişiyor. Bu şekilde öğretmen bilinçli bir şekilde eyleme geçiyor, özne oluyor, okul-sınıf-öğretmenler odası-ev arasında mekik dokuyan eğitim robotları gibi davranmıyor. Özne olduğunun bilincine varan öğretmen, yetiştirdiği öğrencilerin de pasif, muhtaç, yetişkinlere bağımlı bireyler olmamaları, güçlü bir kişilik inşa etmelerini sağlıyor.

Hem kendi dertlerinin, hem de başkalarının kaygılarının farkında olunmasını ve bir şeyleri birlikte başarabileceklerini anlamalarını sağlamak da bu şekilde oluyor. Bu açıdan birlikte yeni pratikler, yeni deneyimler oluşturuluyor; Ağ içindeki meslektaşlarla yeni işbirlikleri geliştiriliyor; kaygılar konusunda “sağaltıcı etki” doğurabiliyor.

Yani, öğretmenler mesleklerini icra ederken, Öğretmen Ağı gibi bir topluluk içerisinde bir “özne” oldukça, inisiyatif aldıkça, bunları deneyimledikçe, yılmazlık becerileri geliştirdikçe, yetiştirdikleri öğrencilere de “özne” olmayı, eleştirel düşünme becerisine önem veren bir “birey” olarak hareket etmeyi, topluluk içerisinde uyumlu olmayı ve sorun yaratmak yerine sorun çözebilmeyi öğretiyor. Tükendiği, yılgınlık hissettiği, kendini yalnız gördüğü anda ise Ağ içerisindeki diğer paydaşlarından ve “kolaylaştırıcılardan” destek görüyor.

“Değişim Öğretmenle Başlar” sloganını benimseyen Ağ’ın yürütücülüğünü Eğitim Reformu Girişimi üstleniyor ve bu kapsamda öğretmenlerin kişisel ve mesleki açıdan güçlenmesi amacıyla Değişim Elçisi olarak andıkları öğretmenleri bir araya getiriyor.

Değişim Elçileri, kendi ihtiyaçlarına meslektaşları ve eğitimin paydaşları ile birlikte çözüm üretmeye çalışıyor, düzenledikleri etkinliklerle deneyimlerini paylaşıyor, meslektaş dayanışmasından aldığı güçle 'yapabilirim hissi' gelişiyor ve değişim yaratıyor.

Şu anda 57 şehirde 661 Değişim Elçisi var.

Peki nasıl değişimlerden söz ediyoruz? Örneğin öğretmen olarak atandığı köyde hiç üç boyutlu film izlememiş olan kız öğrencilerine sinema günü yapan fen bilimleri öğretmeni Ergün öğretmen veya görme engelli öğrencisiyle yoğun bir çalışma yürüttükten sonra kendisini liseler-arası edebi eser seslendirme yarışmasında finalist yapan Fevziye öğretmen birer “değişim elçisi” olarak bu Ağ içerisinde hem birbirlerini motive ediyorlar, hem de değişimin, sınırları zorlamanın, yenilikçi ve sorun çözücü yaklaşımlarla öğretmenliğin etki gücünü artırmanın mümkün olduğunu gösteriyorlar.

Öğretmen Ağı’nın iletişim koordinatörü Fulden Ergen ile bu konuda yaptığım söyleşide öğretmenlerin çoğunun, işe bağlı stres, depresyon, tükenmişlik, yılgınlık, kaygı, yetersizlik gibi tek başına baş etmesi güç duygular eşliğinde meslek hayatlarını sürdürdüklerine dikkat çekti.

Bu süreçte pandemi döneminin doğurduğu belirsizliklerle birlikte bir anda öğretim süreçlerinin uzaktan eğitime dönüştürülmesi de ilave bir stres kaynağı oluştururken, mesai saatleri de giderek uzadı, çalışma koşulları çetrefilleşti.

Öğretmenliğin bilgi aktarmanın çok daha ötesinde görev ve sorumlulukları olan, pek çok zorluk barındıran bir meslek olduğuna dair farkındalık da, pandemi döneminde artmaya başladı. Öyle ki, Google’ın 2020’de yayınladığı arama trendlerine göre, dünya çapında en çok yapılan aramalardan bir tanesi 'Nasıl öğretmen olunur?' olmuş,” diyor Ergen.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD’nin yürüttüğü Uluslararası Öğretme ve Öğrenme Araştırması’nın 2018 yılı sonuçlarına göre Türkiye’deki her 10 öğretmenden 9’u işinden memnunken, çalıştığı okuldan memnun olduğunu belirten öğretmenlerin oranı yüzde 86.

gazetedevuar

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.